Batı Sürgün hikayesi

Sühreverdî’yi çalışmak öncelikle misâl âlemini ve sembolizmi çalışmak demektir. İşte burada Sühreverdî adeta bir dünyalı değildir: Temel İslam bilimlerini ve felsefeyi çalıştığı ilk dönemlerinde dahi bir dünyalı gibi değil, belki âsumanî bir şahsiyetin parlak zekâsı ve dehâsıyla çalışmıştır. Bunu erken yaşlarda yetkinleşen ve eser telif eden sergüzeştinden anlıyoruz. Otuzundan sonra ise Sühreverdî neredeyse tamamen dünyalı olmaktan çıkarak misâlî bir sûrete bürünmekte ve artık dünyalıların alfabesiyle değil, belki nebevî bir dil, sembolik bir alfabe ve ideler dünyası sakinlerinin şivesiyle konuşmaktadır. Bu yüzden Sühreverdî henüz yeryüzündeyken Allah’a özenerek yaşayan, O’nun ahlakıyla ahlaklanan, O’na kavuşmanın kederiyle halkı zalim olan bu ülkeden, Karye-i Kayrevan’dan alelacele kurtularak hiçbir zaman nâmütenâhî ruhuna eşlik edemeyen bu tensel duvarlardan ve dünyanın zindanvarî cehenneminden özgür kalmak isteyen bir mahkûm gibi yaşamıştır. Henüz yeryüzündeyken haftanın altı günü oruç tutmakla, Garb zindanının beden gömleğini dilediği zaman çıkararak atan ve misâl âlemine urûc eden bir melek gibi yaşayan bu âteşîn dehâ, ölmeden önce ölümün ne olduğunu, ölümün nasıl da bir yokluk değil aksine bir kurtuluş ve yeniden doğuş olduğunu bilen gerçek Allah dostları gibi yaşamayı başarmış bir müteellihtir. “Eğer gerçekten Allah’ın dostları olduğunuzu iddia ediyorsanız o halde ölümü temenni ediniz.” Çalışmada Sühreverdî’nin Farsça kaleme aldığı kısa hacimli sembolik risalelerinden Âvâz-i Per-i Cibrîl (Cebrâil’in Kanat Sesi) ve Akl-ı Surh (Kızıl Akı)l ile Arapça yazdığı Kıssatü’l-ğurbeti’l-ğarbiyye (Batı Sürgün Hikâyesi) adlı üç irfanî eserlerinin tercüme ve tahlilleri yapılmıştır.
Sühreverdî’yi çalışmak öncelikle misâl âlemini ve sembolizmi çalışmak demektir. İşte burada Sühreverdî adeta bir dünyalı değildir: Temel İslam bilimlerini ve felsefeyi çalıştığı ilk dönemlerinde dahi bir dünyalı gibi değil, belki âsumanî bir şahsiyetin parlak zekâsı ve dehâsıyla çalışmıştır. Bunu erken yaşlarda yetkinleşen ve eser telif eden sergüzeştinden anlıyoruz. Otuzundan sonra ise Sühreverdî neredeyse tamamen dünyalı olmaktan çıkarak misâlî bir sûrete bürünmekte ve artık dünyalıların alfabesiyle değil, belki nebevî bir dil, sembolik bir alfabe ve ideler dünyası sakinlerinin şivesiyle konuşmaktadır. Bu yüzden Sühreverdî henüz yeryüzündeyken Allah’a özenerek yaşayan, O’nun ahlakıyla ahlaklanan, O’na kavuşmanın kederiyle halkı zalim olan bu ülkeden, Karye-i Kayrevan’dan alelacele kurtularak hiçbir zaman nâmütenâhî ruhuna eşlik edemeyen bu tensel duvarlardan ve dünyanın zindanvarî cehenneminden özgür kalmak isteyen bir mahkûm gibi yaşamıştır. Henüz yeryüzündeyken haftanın altı günü oruç tutmakla, Garb zindanının beden gömleğini dilediği zaman çıkararak atan ve misâl âlemine urûc eden bir melek gibi yaşayan bu âteşîn dehâ, ölmeden önce ölümün ne olduğunu, ölümün nasıl da bir yokluk değil aksine bir kurtuluş ve yeniden doğuş olduğunu bilen gerçek Allah dostları gibi yaşamayı başarmış bir müteellihtir. “Eğer gerçekten Allah’ın dostları olduğunuzu iddia ediyorsanız o halde ölümü temenni ediniz.” Çalışmada Sühreverdî’nin Farsça kaleme aldığı kısa hacimli sembolik risalelerinden Âvâz-i Per-i Cibrîl (Cebrâil’in Kanat Sesi) ve Akl-ı Surh (Kızıl Akı)l ile Arapça yazdığı Kıssatü’l-ğurbeti’l-ğarbiyye (Batı Sürgün Hikâyesi) adlı üç irfanî eserlerinin tercüme ve tahlilleri yapılmıştır.
Taksit Sayısı | Taksit tutarı | Genel Toplam |
---|---|---|
Tek Çekim | 214,50 | 214,50 |